Röportaj

Kanser tedavisinde gelinen son nokta nedir?

Merck, çalışanları için Kanser Haftası nedeniyle kanser ve türleri konusunda bilgi edinmek, tedavi ve korunma yöntemleri hakkında bilinçlenmek, kanser hakkında güncel gelişmeleri paylaşmak, umut veren yeni tedavi seçenekleri, korunma ve tedavi konularında konuşmak üzere 4 Nisan Salı günü Doç. Dr. Ahmet Bilici ile buluştu. Medikal Plus Dergisi olarak biz de bu buluşmaya eşlik ettik ve Doç. Dr. Ahmet Bilici’ye sorularımızı ilettik.

Son 5 yıl, hatta 10 yıl içinde diyebilirim ki kanser tedavilerinde çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Belirli tümörlerde daha fazla olmak kaydıyla. Eskiden her hastaya standart “kemoterapi” dediğimiz, kanser hücresi dışında diğer normal hücreleri de etkileyebilecek ve bu nedenle yan etkisi daha fazla olan tedaviler öneriyorduk. Bunlar giderek daha azalırken, bunların yerine kişiye özgü bireyselleştirilmiş tedaviler artık gündemimizde. Özellikle son 1-2 yıl içinde immünoterapi alanında çok büyük gelişme var. İmmünoterapi bize ne sağlıyor? Hem kişiye özgü hedefe yönelik tedavi sağlarken hem de hastanın kendi içindeki savaşmaya hazır ama sinmiş durumdaki hücrelerini uyararak kendi bağışıklığını harekete geçirip onları kanserli hücrelere karşı savaştırarak daha iyi sonuçlar almamızı sağlıyor.

Genetik testler tedaviyi nasıl yönlendiriyor?

Biz bu testlere “ön gördürücü” diyoruz. Genetik testi yaptığımız zaman; test bize şu şu ilaçtan daha fazla fayda görülme ihtimali daha yüksek, daha fazla fayda görebilir diyor. Bu nedenle de bize kişiye özgü tedaviler konusunda bu tür genetik testler bir tür kapı açıyor.

Her zaman “Erken tanı çok önemlidir” diyoruz. Bizlere  “erken tanı” için neler yapılması gerektiğini söyleyebilir misiniz?

Kanser hepimizin de bildiği gibi aslında çok faktörle ilişkili bir hastalık. Bunların en önemlisi çevresel faktörler. Tabii ki kalıtsallık, yaşam tarzı da etkili ama çevresel faktörler kansere yakalanma oranını yaklaşık olarak yüzde 75 artırıyor. Biz yaşam tarzımızdaki değişikliklerle çevresel faktörü ortadan kaldırsak bile, bir tümör erken tanısını koyamadığımız sürece tam engelleyemiyoruz. Eğer biz bu tümörü hem bu önleyici faktörleri devreye sokarsak hem de erken tanı koyarsak önlenebilir hastalık statüsüne getirebileceğimizi söyleyebiliriz. Bu nedenle erken tanı çok çok önemli. Burada da direkt olarak devreye giren, tarama programlarına hastalarımızın uyması. Özellikle de meme kanseri, kolon kanseri, prostat kanseri, akciğer kanseri, rahim ağzı kanseri gibi tarama programlarının etkinliği gösterilmiş kanser türleri için tarama programları hayat kurtarıyor diyebiliriz.  Bakanlığımızın da bu konuda önemli çalışmaları var. Halkımız bu tarama programlarına katılırlarsa olası ölümcül risklerden de korunmuş olacaklarıdır.

Ülkemizde en sık rastlanan kanser türleri hangileridir ve bunun sebepleri nelerdir?

Aslında bizim ülkemizdeki kanser sıklığı ve en sık görülen tümör tipleri dünya geneliyle benzerlik gösteriyor. Kadınlarda beklenildiği gibi en çok meme kanseri. Erkelerde prostat kanseri çok sıklıkla gözüküyor. İkinci kanser hemen hemen her iki cinsiyette de akciğer kanseri. Üçüncü kanser de “kolorektal kanser” dediğimiz kalın bağırsak tümörü. Hangisi daha çok ölüme yol açıyor dersek, sigarayla çok yakın ilişkili olan akciğer kanseri diyebilirim. Bu kanserlerin benzer sıklıkta gözükmesi büyük olasılıkla sigaranın çok ön planda olması, meme kanseri için de yaşlı popülasyonun dünya genelinde daha fazla olmasını sebep olarak söyleyebiliriz.

Bağışıklık sisteminin hem sağlıklı bir birey olarak hem de hastalıkta çok büyük önemi var. Bağışıklık sistemimizi nasıl güçlendirebiliriz?

Öncelikle doğal beslenmek çok çok önemli. Özellikle omega-3 içeren balık, balıkyağı ya da deniz mahsulleri, protein ağırlıklı beslenmek ya da buna Akdeniz tipi diyet diyebiliriz. Yani bol sebze ağırlıklı, karbonhidratın daha az olduğu, yağdan fakir bir beslenme tipi oturması bağışıklık istemi için önerebilecek ana diyet diyebiliriz. Hazır preparatlar tabii ki tercih edilebilir ama son yapılan çalışmalar özellikle vitamin preparatlarıyla ilgili bazılarının çok katkısı olmadığıyla ilgili bulgular var. Bu yüzden bu preparatları kullanmadan önce muhakkak doktorunuza danışarak karar vermeniz çok daha doğru olacaktır.

Kanser Haftası vesilesiyle okuyucularımıza ne mesaj vermek istersiniz?

Öncelikle şunu söyleyeyim bakanlığın son dönemde bilinçlendirmeyle ilgili çok fazla proje ve program yapıyor. Bunları takip etsinler. Özellikle meme kanseri, rahim ağzı kanseri, prostat kanseri, kolon kanseri gibi tarama programlarının kanıtlandığı ve erken tanıya olanak sağlayan tanı programlarına katılsınlar. Kanserle ilgili şikâyetler tipik değildir. Örneğin kilo kaybı başka şeylerle de  ilgili olabilir ya da karın ağrısı şişkinlik gibi belirtiler de öyle… Bu gibi şikayetler geçmiyorsa olası ciddi bir durum da olabilir,  ihtimaline karşı muhakkak bir uzmana danışsınlar ve ona göre bunun önemli mi, önemsiz mi olduğunu, önemliyse neye bağlı olduğunu öğrensinler.

Özellikle eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Son yıllarda yapılan çalışmalar gösterdi ki obezite kanserlerle özellikle kolon ve meme kanseriyle çok ilişkili. Bu nedenle obeziteden olabildiğince korunsunlar. Yaşam tarzlarını değiştirsinler, günde en azından 30 dakikayı fiziksel aktivite için ayırsınlar. Karbonhidrat çok fazla tüketmesinler. Özellikle de doymamış yağ içeren gıdalardan uzak dursunlar. Bol bol sebze ve protein ağırlıklı beslenmeye gayret etsinler. En ufak bir şikayetleri olduklarında da muhakkak uzman kişilere danışsınlar. Şunu unutmasınlar; eğer biz erken tanı koyarsak çoğu kanser hastası -hemen hemen yarıdan çoğu diyebilirim- “önlenebilir ya da tedavi edilebilir hastalıktır” diye söyleyebiliriz.

Belli tümör türlerinde yaşlı nüfusun artmasıyla artış yaşanırken bazı tümör türleri de erken yaşlarda görülme sıklıkları artıyor. Örneğin; kolon kanseri. Bunun sebebi nedir?

Öncelikle insanların bilinçlenmesi çok önemli. En ufak bir şüpheye düşüldüğünde kolonoskopi diye bir yöntemimiz var. Zaten şu an kolon kanseri taramasındaki altın standart yöntemlerin başında geliyor. İnsanlar daha bilinçli olarak hareket ederlerse endoskopi ve kolonoskopi gibi yöntemlere başvuruyorlar. İkincisi de beslenme konusunda çok büyük bozulma var. Yaşam tarzımızda çok büyük değişiklik var. Obezite her geçen gün artan bir sorun. Çok hareketsiz yaşıyoruz. Masa başı işlerin sayısı çok fazla arttı.

Bunun yanında sigara hâlâ en büyük kanserojenlerden biri. İnsanlarımız sigara sadece akciğer kanseri yapar, başka kanserlere etkisi yoktur gibi yanlış bir kanıya sahipler. Kesinlikle böyle değil, sigara birçok hastalığa yol açıyor. Kardiyovasküler hastalıklar, kalp hastalıkları, damarla ilgili bir sürü hastalığa yol açtığı gibi kanser bunlardan ikinci yol açtığı ve belki de en önemli hastalıklardan biri. Tüm dünya genelinde kardiyovasküler hastalıklar ikinci sıraya yerleşti.

 

Son zamanlarda daha sık duymaya başladığımız, “baş-boyun tümörlerinden” de bahseder misiniz?

Baş ve boyun tümörleri dediğimizde öncelikle; gırtlak tümörleri, dil tümörleri, ağız içi tümörleri geliyor. Bu tümörlerde sigara çok etkin bir faktör. Bu hastalıklara baktığınız zaman büyük çoğunluğu iyi sigara içicisidir. Tabii ki kanserojen ortamlarda işleri olan kişileri de bir tarafta tutmak lazım. Çünkü bu da az bir oran değil.

 

En çok başvuru semptomları arasında ses kısıklığı var. O yüzden ses kısıklığı deyip hafife alınmamalıdır. Mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır.

 

Kemoterapi hâlâ kanser tedavisinde önemli bir tedavi yöntemi. Fakat kemoterapiye karşı olumsuz bir bakış açısı da var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kemoterapi medikal onkolojinin temel tedavisidir. Biz belli tümörlerde kemoterapiden hâlâ vaz geçmiş değiliz. Bu sebebi de sanırım son zamanlarda medyada “kemoterapi öldürüyor” gibi haberlerin dolaşması. Bu çok yanlış bir söylem. Bunu iddia edenlerin çoğu onkolog olmadığı için bu şekilde açıklamalarda bulunduklarını düşünüyorum.

Biz eğitimimizi alırken öncelikle “kime kemoterapi vermemeliyiz” diye öğreniyoruz. Siz kime kemoterapi vermeyeceğinizi biliyorsanız, verdiğiniz hastalar doğru hastalar oluyor. Kemoterapi vermediğimiz o kadar çok hasta var ki… Performans skoru dediğimiz bir ölçme değerlendirme sistemimiz var. Kanser tedavileri multidisipliner tedavilerdir ve birçok doktorun ortak karar vermesiyle tedaviye geçilir. Yani hastanın gücü, kuvveti ya da başka yandaş hastalıkları var mı? Mesela ciddi kalp yetmezliği olan diyabetik bir hasta olabilir. Böbrek yetmezliği olabilir.  Hastayı bütünüyle değerlendirmeye almak zorundasınız. Ancak bu şekilde doğru tedaviyi uygulayabilirsiniz. Bu durumda da uyguladığınız tedavi kemoterapi de olsa bir sıkıntı yaşamazsınız. Yaşarsanız da üstesinden gelebileceğiniz yan etkileri olur. Belli tümörlerde artık kemoterapinin yanına kişiye özgü tedaviler ekliyoruz. Bir takım ön gördürücü testler yapıyoruz. Bu genetik testler bu hastanın bu tedaviden fayda göreceğini gösteriyor. Buna kemoterapi eklediğimizde, örneğin kolon kanseri bunlardan ilk başta söyleyeceklerimiz arasında, daha iyi sonuçlar alabiliyoruz. Kemoterapiyi eskisi kadar kullanmıyoruz ama kullandığımız yerlerde bilinçli bir şekilde hastaya özgü uyguladığımızda da kemoterapi hastayı öldürür gibi bir yaklaşım söz konusu olamaz.

Maalesef kanserin bulaşıcı olduğunu düşünen kişiler de var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kanser kesinlikle bulaşıcı bir hastalık değildir!  Aksine önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Biz hastalarımıza, tedaviye başladığımızda “Kapalı mekanlara girerken maske takın” diyoruz. Hasta hemen, “Hocam, niye böyle söylediniz? Ben birine bir şey mi bulaştıracağım” diyor. “Hayır” diyorum. Çünkü hangi tedaviyi uygularsak uygulayalım hastalığın kendisi bağışıklığı düşürüyor. Sizin kimseye zararınız yok bir şey bulaştırmazsınız ama bağışıklığınız biraz düşük olduğu için basit bir mikrop sizde daha ağır bir enfeksiyona yol açabilir. Kendinizi korumanız için diyoruz.

“Kitle ağrıyorsa kanser değildir” gibi bir inanış var. Bu ne kadar doğru?

Kesinlikle öyle bir şey yok. Tümör tipine göre o değişir. Meme tümörleri ağrısız şişlik en sık şikayettir. Ama kolondaki bir kitle kabızlık yapabildiği gibi ağrıyla da karşımıza gelir. Bu yüzden bir yağ bezesi bile olsa şüpheli görülen bir şey varsa isterse ağrılı ya da ağrısız olsun bir uzamana danışılmalı.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu