İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük yarışı başladı

ibrahim-kelesProf. Dr. İbrahim Keleş, İstanbul Üniversitesi’ni atılıma geçirmek üzere yeni bir küresel vizyonla rektörlüğe aday oldu.

İstanbul Üniversitesi bugünlerde kıpır kıpır. Ön planda, ülkemizin bu en köklü üniversitesine kaydolma arayışı ve telaşı içindeki lise mezunu gençlerin girişimleri; arka planda ise, sessiz ve derinden, akademik kadroda Kasım ayındaki rektörlük seçimine yönelik yarışın ısınma hareketleri. Aslında henüz pistte resmen bir tek aday var. Gönlünden rektörlük geçen diğerleri şimdilik zemin yoklamakla meşguller. Bugün itibariyle tek aday Prof. Dr. İbrahim Keleş. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Keleş 22. Dönem rektör adayı olarak resmen dilekçesini vermekle bir adım öne çıkmış bulunuyor.

2 ayrı dalda uzmanlığa sahip
İbrahim Keleş 2 ayrı dalda uzmanlığa sahip: 1) Kalp ve Damar Hastalıkları uzmanı. 2) İç Hastalıkları uzmanı. Hekim ve akademisyen kimliğiyle fakültede parmakla gösterilen isimlerden biri olan İbrahim Keleş’i çetin bir idarî görevi omuzlamaya talip olmaya iten nedeni sorduk. Hayatına renk katmak mı, cv’sini daha da parlatmak mı, böyle büyük ve seçkin bir topluluğun en tepesindeki kişi olmanın hazzını tatmak, gururunu yaşamak mı? Güldü! Sonra kendinden emin bir ses tonuyla: “İsyan” dedi. Yüzümdeki soru ifadesini sözcüklere dökmemi beklemeden sözlerine devam etti: “İçim acıyor. İstanbul Üniversitesi Türkiye’nin en uzun geçmişe sahip, bugüne dek yüz binlerce değeri yetiştirmiş, gerçekten büyük bir kurum. Ne yazık ki son 30 yıldır en iyimser ve kayırıcı bir dille söyleyecek olursak “yerinde sayıyor”! Bugün bulunduğu yer, potansiyeline baktığınız zaman, üzülerek söylüyorum, olması gereken, olmayı hak ettiği, sıkı bir çaba ve akılcı, vizyoner bir planlamayla olmayı hak edeceği yer değil. Onun hayli altında. Buna isyan ediyorum. Rektörlüğe aday olmamın, talip olmamın tek nedeni bu. İstanbul Üniversitesini kendisine yakışır bir konuma yeniden yükseltmek.”

Nedir sizce o konum?
İstanbul Üniversitesi, Cumhuriyet yönetimi altında yeniden yapılandıktan sonra ve özellikle 1930’larda Hitler Almanya’sından kaçan çok değerli akademisyenlere kucak açmasıyla ve onların yetiştirdiği yüzlerce, binlerce öğrencisinin sayesinde hem yurdumuza çok önemli bir hizmette bulunmuş, hem de kurum olarak gelişip güçlenerek Türkiye dışında da saygın bir yer edinmişti. O tarihte bir sıralama var mıydı bilmiyorum. Ama olsaydı ilk 100 arasında rahatça yer bulurdu.

Bugünkü durumuna gelirsek…
Bakın, bugün de dünya çapında ilk 500 üniversite arasında sayılıyor. Ama ilk 20’ye yakın değil, ilk 100 içinde değil. Son 20’ye yakın! Son 100 içinde. 404. sırada… Bunu kabullenemiyorum. Biz çok daha iyisini yapabiliriz. Bunu yapacak potansiyelimiz var. Yeter ki böyle bir ülkümüz olsun. Yeter ki o doğrultuda üniversitemizde bir seferberlik başlatalım. Bu amaca yönelik bir Plan, Program yapalım. Akademik kadromuzla bir sinerji meydana getirelim.

Son 30 yıldır bunlar olmuyor mu? Neden? Sorun ne?
Bunun hikayesi uzun. Saatlerce konuşsak bitirebilir miyiz, emin değilim. Ben size ana hatlarını birkaç başlıkla özetleyeyim: 1980 öncesindeki heyecan kalmadı. Daha doğrusu heyecan yön değiştirdi. Bunun sonucu öğretim düzeyinde ve yeni katılan akademisyen kuşağın kalitesinde bir miktar düşüş baş gösterdi. Artık tüm önceliği, heyecanı, tutkusu bilim yapmak, öğrencilerini en iyi şekilde yetiştirmek, onlara güzel örnek olmak olan akademisyenlerimizin oranı giderek düştü. Üniversitenin kendini fiziksel yapı olarak da yenilemesi, güncellemesi, gelişip genişlemesi, ilerlemesi için gerekli maddî kaynağı bulmakta sıkıntı çekmeye başladık. Biz kamuya bağlı bir üniversiteyiz. Devletin desteği bizi geliştirici düzeyde olmaktan çıktı. “Döner sermaye” gelirleri ise, hele mevzuatta yapılan bazı düzenlemelerden sonra epey azaldı. Özel üniversitelerin, özel hastanelerin açılması ve teşvik edilmesi de bizim akademik kadromuzun başta parasal olmak üzere bir dizi nedenle aramızdan ayrılmasına neden oluyor. Daha bunun gibi birçok neden var… En önde gelenleri bunlar.

“Heyecan yön değiştirdi” dediniz. Bunu biraz açar mısınız?
Kırıcı olmamaya çalışarak şöyle söyleyeyim: Bir Üniversite’nin varlık nedeni 2 eksen üzerinde etkinlik yapmaktır. Öğretim / eğitim yapmak yani sonuçta topluma kendi dallarında çok kaliteli insan kaynağı yetiştirmek. Bu çerçevede kendi akademik insan kaynağını da sürekli beslemek. Bayrak yarışının sağlıklı cereyan etmesini sağlamak. Diğeri, bilim yapmak. Yani bilimsel araştırmalarla bilimin gelişmesine, yeni bilimsel buluşlar yapılmasına katkıda bulunmak. Uluslararası değer taşıyan organlarda yayınlanan makalelerden, uluslararası seminerlerde tebliğler sunmaktan dünya çapında tanınırlığı olan akademisyenler, uzmanlar, bilim adamları yetiştirmeye; kendi laboratuarlarımızda, araştırma kuruluşlarımızda icatlar, buluşlar yapmaya; üzerinde düşünmeye değer bulunan yeni bilimsel tezler sunmaya dek bir üniversitenin öncelikle hedefi olması gereken alanlarda çalışma, araştırma yapmak heyecanı pörsüdü, onun yerini nasıl olursa olsun kariyerde yükselmek hırsı aldı.

Bundan ötürü mü son yıllarda bilimsel atılımlarıyla dikkati çeken, hatta gündem yaratan üniversiteler çoğunlukla Anadolu’dan ve genç, yeni sayılır üniversiteler oluyor. Bunu söylerken aklımda tam da tıp alanında son günlerin en gözde üniversitesi konumuna gelen Akdeniz Üniversitesi ve organ naklinde gerçekleştirdiği ilkler, başarılar var. Hacettepe Üniversitesi keza aynı alanda takdir edilecek çalışmalar yapıyor. İstanbul Üniversitesi ise sizin konuşmamızın başında kullandığınız bir deyişle bu alanda “yerinde sayıyor” gibi? Heyecan eksikliğinden ötürü mü, başka nedenler mi var?
Bravo, çok net, çok somut bir örneğe değindiniz. Uzun uzun söyleyecek çok şey var ama ben birini söylemekle yetineceğim. Gerisini saymama gerek kalmayacak.

Nedir o?
Organ nakli çalışmalarını da kapsayan Plastik Cerrahi bölümümüz fiilen boşalmış durumda. Bu bölümden birçok arkadaşımız umduğunu bulamayarak üniversite dışına geçmeyi yeğledi. Bir profesör arkadaşımız kendi alanında başarılara imza atması beklenirken, üniversitemizin Mühendislik fakültesi ve buranın çok değerli öğretim üyeleri olmasına rağmen kendisiyle alakası olmayan rektörlüğün üniversite inşaat işleri masasının başında görev yapmayı tercih etti! Sonuçta Plastik Cerrahi’de şu an sadece bir tek arkadaşımız kaldı! Daha ne diyeyim?
GÜVENLE “İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HEPİMİZİN”
Peki siz bu saydığınız nedenleri ortadan kaldırabilecek misiniz? Ya da neler yapacaksınız da İstanbul Üniversitesi’ni yeniden geçmişine layık bir konuma getireceksiniz? Herhalde bu konuda somut bir vizyonunuz vardır…
Olmaz mı? Aslında 2023 Türkiye’si vizyonuyla uyum içinde, ona uygun bir üniversite oluşturmak. Bu yönde küresel eğilimlere uygun bir eğitim, katılımcı, paylaşımcı, şeffaf bir yönetim oluşturmak ilk hedefimiz. Çünkü anca böyle bir yönetim yapısı ile; engelsiz, özgür, akademik, idarî ve malî özerkliği olan bir üniversite yapısına sahip olmakla hedeflediğimiz “küresel düzeyde yüksek kaliteli bir eğitim ve bilim merkezi olma” ülkümüze yönelebiliriz. Ben bu hedefin, bu ülkünün her kesimden destek göreceğine güveniyorum. Çünkü küresel düzeyde üst sıralarda yeri olan bir İstanbul Üniversitesi’nin inşası için bu güvenle “İstanbul Üniversitesi hepimizin” sloganıyla rektörlüğe aday oldum. İstanbul Üniversitesi’nin geleceğine güveniyorum; Türkiye’nin geleceğine güveniyorum, kendime güveniyorum. Hizmet yarışı ve görev bilinci içinde olan, iyi, doğru ve dürüst insanlarımızın bir araya gelerek güç birliği yapacaklarına güveniyorum.

Prof. Dr. İbrahim Keleş kimdir?
1958 yılında Malatya’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Malatya’da tamamladı.1982 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.Tunceli Merkez’de mecburi hizmeti, Manisa Kırkağaç’ta askerlik görevini tamamladı.Taksim İlkyardım Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği’nde başladığı İç Hastalıkları ihtisasını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniğinde tamamlayarak 1990 yılında İç Hastalıkları Uzmanı oldu.1994’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim dalında ihtisasını tamamlayarak Kalp ve Damar Hastalıkları uzmanı oldu.1995-1996 yıllarında ABD; Houston Texas, Baylor Collage of Medicine, St.Lukes Hospital, kardiyoloji servisinde Misafir Araştırmacı olarak bulundu. 4 araştırma projesine iştirak etti.1996 yılında Kardiyoloji Doçenti, 2006’da profesör oldu. TEKHARF çalışmasının üyelerindendir. Halen İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. -Birçok STK’da Kurucu Üye, Mütevelli Heyet Üyeliği, Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Sekreterlik gibi görevleri bulunmaktadır.12 adet Çeviri, Türkçe Kitapları ve Ders kitabı bölüm yazarlığı vardır.130’un üzerinde Ulusal ve Uluslararası bilimsel tebliğ ve yayınları mevcuttur. Clinic Medicine adlı Tıp Dergisinin Editörlüğünü yapmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu