İç Hastalıkları Kongresi’nde gündemdeki konular ele alındı

ic-hastaliklari-kongresi-2014
Zona aşısının yakında Türkiye’de piyasaya sürüleceğinin açıklandığı İç Hastalıkları Kongresi’nde Ebola başta olmak üzere gündemdeki birçok konu masaya yatırıldı.

16. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, 15-19 Ekim 2014 tarihleri arasında Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından Antalya Belek’teki Titanic Deluxe Otel’de gerçekleştirdi. Kongrede; İç Hastalıkları kliniklerindeki çok önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan problemlere ve kronik hastalıklara yaklaşım ile birlikte tıptaki yeni gelişmeler gözden geçirildi. Kongrede konularında ülkemizde söz sahibi 100’ü aşkın konuşmacı ve oturum başkanı görev aldı. “Acil Dahiliye”, “Temel Mekanik Ventilasyon” ve “İç Hastalıkları için Tıbbi Onkoloji” kursları başarıyla gerçekleştirildi. Kongrede 201’i klinik çalışma, 458’i olgu sunumu olmak üzere toplam 659 bildiri başvurusu yapıldı. Kongre çerçevesinde bir de basın toplantısı düzenlendi. Gündemdeki konulara yönelik bilgilerin verildiği basın toplantısına; Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Kerim Güler, Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. İhsan Ertenli, Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD. Romatoloji BD. Öğr. Üyesi Prof. Dr. Sedat Kiraz, Başkent Üni. Tıp Fakültesi İç Hast. Anabilim Dalı, Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Birol Özer, Ankara Üni. Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Sadi Güleç ile Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız katıldı. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre Batı Afrika’da Mart ayında baş gösteren Ebola salgını yüzünden bugüne kadar 8.000’i aşkın vakadan yaklaşık 4.000 kişinin hayatını kaybettiğini söyleyen Prof. Dr. Serhat Ünal, ölenlerin 350’sinin ise sağlık personelini olduğunu belirtti. Prof. Dr. Ünal, “Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi büyük örgütlerin salgını durdurma çabaları halen daha sonuç vermemiştir. Ebola hastalığının bulaştıktan sonra belirti vermesi 20 güne kadar uzayabileceğinden ve hastalık etkeni kişiden kişiye direkt temasla bulaşabileceğinden tüm dünya için risk söz konusudur. Ebola virüsü insandan insana çok hızlı bulaşabilmektedir. Hastalık şimdilik Batı Afrika’da 5 ülkede sınırlıdır. İlk olarak yaklaşık 1,5 yıl kadar önce olgular ortaya çıkmaya başlamıştır. Sierra Leone, Gine, Liberya ve Nijerya salgından en çok etkilenen 4 ülkedir. Bu ülkelere ek olarak Senegal’de bir olgu bildirilmiştir. Eş zamanlı olarak Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde de olgular belirlenmiş fakat Kongo’da hastalığa sebep olan virüsün salgın yapan virüsten farklı bir virüs olduğu anlaşılmıştır” dedi. Hastalığın öldürücü olmasından dolayı ABD’de geliştirilmekte olan ZMapp isimli bir ilacın çaresizce hastalığın tedavisinde denendiğini hatırlatan Prof. Dr. Ünal şunları söyledi: “Bu ilacın içerisinde virüse karşı etkili olacak çeşitli antikorlar mevcuttur. Ayrıca, Ebola virüsüne karşı geliştirilen aşının güvenlik deneyleri insanda yapılmaya başlanmıştır. 18 Eylül 2014 tarihinde İngiltere’de insan üzerinde ilk kez Ebola virüs aşısı denenmiştir. Şimdilik ciddi bir yan etki gözlenmemiştir. Ayrıca geçtiğimiz günlerde ABD Maryland’deki Uluslararası Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü tarafından geliştirilen aşı virüsle yürütülen savaşta kaderin tersine dönmesine yönelik umutları artırdı. Aşı sadece birkaç hafta önce ABD ve İngiltere’deki gönüllülerde de test edilmişti. Türkiye’de şu anda endişe edilecek bir durum yoktur.”

Evde tansiyon ölçümü önemli hale geldi
Kardiyovasküler risk faktörleri içinde en önemli risk faktörünün hipertansiyon olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kerim Güler ‘Birçok öldürücü hastalık var ama sık değil hipertansiyon ülkemizde her 3 kişiden 1 kişi de görülen bir hastalıktır. Fakat tedavi başarımız yüksek olmamakla beraber hastalar gereken önemimi vermemektedir. Hastaların umursamaz tavırları tedavide ki başarı oranımızı %54’lere kadar iniyor yani %46 oranında tedaviye muhtaç hipertansiyonla yaşayan hastalarımız çoğunluk gösteriyor’ diye konuştu. 2014 kılavuzunda yine hipertansiyon sınırlarının 140’a 90 olarak tanımlandığını belirten Prof. Dr. Kerim Güler, “Gerek Avrupa gerek Amerika, İngiltere kılavuzları bu ölçümde birleşmiş durumda, yine son kılavuzda hastaların hastanelerde heyecanlanarak tansiyonların yükselmesi doktorun beyaz önlük etkisinden kaynaklanıyor. Tansiyonların var gibi gözükmesi gündeme geldi ve ev içi ölçümleri gündeme gelmeye başladı. Gerçekten ev ölçümleri bir haftalık takiplerin sonucu 135’e 85’i geçiyorsa hipertansiyonun var olduğunu gösteriyor” dedi. Hipertansiyonun risk faktörleri ile birlikte tespit edebilmesi ve birlikte tedavi edilerek izlenmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Kerim Güler, “Örneğin; Hipertansiyonda %11 bir düşme, yani hastanın tansiyonu 150 iken 135 e indirilse, yağlarının %11 oranında düşürülme olması yani 250 iken 225’e düşürülmesi hastanın kardiyovasküler risk açısından %45 hayatta kalmasını sağlıyor. Bu son derece önemli bir konu, bunu yapabilmek için sistemlerle hayat tarzı değişikliği ve ilaçlarla bunu sağlamak mümkün. Yine yeni kılavuzlar da yaşam tarzı değişikliği çok önemli şayet yaşam tarzı değişikliği uygun olarak yapılabilirse belki de ilaca dahi gerek kalmadan normal değere inebilir” diye konuştu.

Ailesel Akdeniz Ateşi
Prof. Dr. Sedat Kiraz da konuşmasında, Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA)’nin Ülkemizde görülme sıklığının, AAA çalışma grubu raporlarına göre yaklaşık 1/1000 olduğunu belirtti. Moleküler gelişmelere rağmen, ülkemizde oldukça sık görülen ve oldukça önemli klinik sonuçlara yol açan bu hastalığın tanısında hâlâ hatırı sayılır bir gecikme (7-10 yıl) ve tedavi kararı ile ilgili olarak hala önemli problemlerin yaşanmakta olduğunu anlatan Prof. Dr. Kiraz hastalıkla ilgili şu bilgileri paylaştı: “Ailesel Akdeniz Ateşi, tanısı geç konulursa ve iyi tedavi edilmezse olumsuz sonuçlara sebep olabilecek bir hastalık türüdür. Hastalığın en önemli bulgularından birisi ateş yükselmesinin olması ve ateş yükselmesini seröz zarlar dediğimiz karın zarı, akciğer zarı, kalp zarı, eklem zarı iltihabının eşlik etmesi ile periyodik olarak ortaya çıkan bir hastalıktır ve dönem dönem ortaya çıkmaktadır. Hastalık genetiktir ve hastalığa neden olan genetik bozukluk 1997 yılında iki ayrı grup tarafından aynı anda bulunmuştur. Ülkemizde genetik bozukluğu taşıyan kişi sayısı değişik çalışmalarda %14-20 olarak rapor edilmiştir. Yani pek çok insan genetik bozukluğu taşıdığı halde hastalık belirtisi göstermeyebilir. Hastalığın klinik bulguları periyodik olarak oluşur. Bu döneme atak dönemi adı verilir ve atak dışında hastaların hiçbir yakınması olmaz.”

“Kolesterol ilaçları kesilmemeli”
Kalp ve şeker hastalarının, hekim tarafından verilen kolesterol düşürücü ilaçları kullanmamaları halinde hayati riskle karşı karşıya kalabileceklerini anlatan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Güleç, yaptığı konuşmada, uluslararası alanda kardiyoloji ve diyabet uzmanlarının kolesterol düşürücü ilaçların kalp ve şeker hastaları için hayati önem taşıdığı konusunda fikir birliği içinde olduklarını öne sürdü. Güleç, “Ortak karar, kalp-damar hastalığı ya da diyabeti bulunanların, kolesterol düşürücü ilaçları kullanmaları durumunda kalp krizi risklerinin belirgin derecede azalacağı, hayat sürelerinin de uzayacağı şeklindedir” dedi. Kolesterol düşürücü ilaçların kullanılmaması gerektiği konusunda, bazı gazete ve televizyonlarda haberler yer aldığını belirten Güleç, “Kolesterol düşürücü ilaçların hayati olmayan yan etkileri ön plana çıkartılarak, hayat kurtarıcı etkileri görmezden geliniyor ve bu ilaçların halkın gözünde değersizleştirilmesi sağlanıyor. Ekran ve gazetelerde sık karşılaştığımız bir grup hekimin inandırıcı üsluplarla verdiği bu tarz beyanatlar neticesinde maalesef birçok hastamız statin ilacını bırakmıştır” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Güleç, “Kalp krizi geçirmiş, by-pass olmuş, stent takılmış kişiler ya da şeker hastaları, hekim tarafından yazılan kolesterol düşürücü ilaçları kullanmamaları halinde hayati riskle karşılaşabilirler” diye konuştu. Kolesterol düşürücü ilaçların doktor kontrolünde kullanılmasının kalp krizi riskini azaltacağına ve hastaların hayat süresinin uzamasına katkı sağlayacağına işaret eden Prof. Dr. Güleç, hastaların hekim tarafından verilen bu ilaçları kullanma konusunda titiz olmaları gerektiğinin altını çizdi. Hepatit B taşıyan her bireyin hasta olmadığını belirten Prof. Dr. Birol Özer ise, “Bunların sadece % 10’u tedavi gerektiren durum. O bağlamda baktığımız zaman ülkemiz açısından sıkıntılı bir durum. Bizdeki sıklığı % 4 civarında bu da 3-3,5 milyon kişiye tekabül ediyor. Bunların da %10’u da hasta ve tedavi olma gerektiren grup olduğunu düşünürsek 300-350 bin kişinin tedavi alması gerektiğini biliyoruz. Bizim ülkemizde bu sayı 58 bin yani yaklaşık %20’sine tedavi uyguluyoruz %80 hastalığının farkında da değil. Çünkü belirgin bir bulguya rastlamadığı için çoğunlukla rutin tahliller esnasında anlaşılıyor. Zaten hastada şikâyetler başladıysa bu siroza kadar ilerlemiş bir tablodur ve tedavisinde de güçlüklerin olduğu bir durumdur” diye konuştu. Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız da konuşmasında, “Kongrede hangi hastada ne zaman insülin kullanalım paneli yaptık. Bu panelde iç hastalıkları uzmanları insüline nasıl başlasın, özel hasta gruplarında farklılıklar var mı? ve insülinle ilgili çekinceler nedir? bunları değerlendirdik” dedi. Prof. Dr. İhsan Ertenli de konuşmasında bel ağrısı ile ilgili bilgi verdi.

Yusuf KÜRKÇÜOĞLU
ykurkcuoglu@medikalplus.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu