Genel

Bir tatlı huzur…

Omuzlarımız üzerinde taşıdığımız kafa orada olduğu müddetçe, içindekiler de nereye gitsek bizimle gelecek nasıl olsa. İşin sırrı unutmayı istemekte.

Önümde uçsuz bucaksız uzanan ve turkuazın her tonunu yutmuş bir deniz, gökyüzü neredeyse arşa kadar berrak, görünmez bir merdivenle çıkabilecekmişsiniz gibi davetkar. Ve bu ikisinin birlikteliklerine şahit bembeyaz bir kumsal. Fonda Nouvelle Vogue kulağıma tatlı tatlı bir şarkı mırıldanıyor. Ama benim kafa şarkım Münir Nureddin Selçuk’tan Kalamış. Dışarıda ne çalarsa çalsın, bugün hep içim bir tatlı huzur almaya gidiyor bir yerlere. Anı huzurlaştıran tek şey omzumdaki güneş yanıkları… Her yaz yenisini eklediğim çillerim bile artık duruma alıştılar. Adeta tatil öncesi beni rahatlatmak ister gibi yok olup, güneşi gördükleri an tekrar hortluyorlar. İşte böyle bir anda yazıyorum bu yazımı. İçimden her ne kadar sizlerin gündeminizle ilgili bir şeyler yazmak geçse de; benim bu ayki gündemim tatil. Gerçi ülkenin bu kesimlerinde dahi uzak kalamadığımız, göz ardı edemediğimiz gündemler de mevcut. Selülit mesela… Kadınların kendi bedenlerine dair alacakları kararların kendi tasarruflarında olmasıyla ilgili yürüyüşler yapıla dursun, buradaki kadınların kendi bedenleri ile ilgili tek tasarrufları selülitlerini kapatmak için cehennem sıcağında belden aşağısını örtmek oluyor.

Kürtaj burada bizim gündemimizde değil.

Burada gündemimizde olmayan başka bir konu da; terör. Bugün kaç şehit var, nerede bomba patladı, nerelerde pusu kuruldu bu konular şehirde kaldı. Burada sadece sabotaj var. Evli Türk insanlarının evliliklerine yapılan uzun bacak sabotajı. Bence bu diyarlara gelen Türk kadınlarının mutlaka gelmeden önce kendilerini bu duruma psikolojik olarak hazırlamaları lazım. Bu ne güzelim ya! Önüm, arkam, sağım, solum sobe! Bir de sanki çok ihtiyaçları varmış gibi sürekli salata büfesi önünde resmi geçit halindeler. Akşam yemeğine indiğimde ciddi ciddi gözüme kestirdiğim birkaçını yanıma oturtup kebaptır, pilavdır, börektir yedirmek istiyorum.

Futbolda şike davası deseniz, hiç kimsenin umurunda değil. Temiz kramponun buradaki tek karşılığı sadece “temiz krampon”. Buradakilere Aziz Yıldırım desem, büyük ihtimalle animasyon ekibinden biri zannederler. Fenerbahçe desem… Galatasaray’da mı oynuyor diye sorarlar… O kadar yabancılar yani.

Bizim çekirdek aile olarak buradaki tek gündemimiz, tatilsel rutin içinde gerçekleştirilebilecek aktiviteler. Su parkında su kaydırağından kaymaca, yüzmece, güneşlenmece, plaj voleybolojisinde uzmanlaşma, kumdan kaleler yapmaca, paragli-dingilistik aktiviteler bunlardan bazıları. Bir de Avrupa kupası finali var tabi. Ailecek İspanyol’uz bu akşam. Neden diye sorarsanız… Ben bilmem, beyim bilir derim. Gerçi bir erkeğin başka bir ülkenin takımını bu kadar fanatikçe tutmasını, oynadığı İDDİA kuponuna bağlasak pek yanlış olmaz sanırım. Öyle değil mi?

Tatilin en güzel yanı bu işte. Büyük şehrin kirliliğinden farkına varamadığımız, ruhumuzu karartan kirlerden arınmak. Bence her insan mutlaka yılda birkaç kez bu kirlerden arınmalı. Umursamamalı ve hatta unutmalı. İlla deniz kenarına gitmek gerekli de değil üstelik. Omuzlarımız üzerinde taşıdığımız kafa orada olduğu müddetçe, içindekiler de nereye gitsek bizimle gelecek nasıl olsa. İşin sırrı unutmayı istemekte. Zaten hepimizin ülkenin sorunlarından daha fazla yüklendiğimiz farklı kişisel sorunlarımız var. Öyleyse neden dışarıdan gelenlere en azından bir haftalığına üç maymunu oynamayalım? Döndüğümde eminim hepsi yine oldukları gibi ve hatta üzerlerine yenileri eklenmiş olarak beni bekliyor olacaklar. O yüzden ben şimdilik dış dünya ile tüm bağlantılarımı koparıp önümde uzanıp giden denize odaklanmak, omzumdaki yeni çillerle tanışmak istiyorum. Geçen yaz sormuştum hepinize: Kaç yazımız kaldı yaşanacak? Şimdiden neredeyse iki yazı geride bıraktık bile. Hadi siz de nerede olursanız olun, unutun! Umursamayın! En azından bir haftalığına.

Son olarak; sevgili Yusuf Kürkçüoğlu bu yazımı gönderdiğimin ertesi günü bana geri dönüp yazının kısa geldiğini ve bir paragraf daha uzatmam gerektiğini iletti. İyi ki de kısa geldi yazı. Yoksa bugün önemli bir olayı dillendiremeyecektim. Dedim ya, unutalım diye. Affetmediklerimiz bu gruba dahil değil. Bugün 2 Temmuz! Sivas Katliamının yıldönümü. Yeni yetmeliğin henüz başında genç bir kızken izlediğim o görüntüleri unutamadım ben. Bunu yapanları hepimizin paylaştığı ortak nedenlerden ötürü affetmiyorum. Ama biliyor musunuz? En çok da; ülkesinin geleceğine umutla bakan bir genç kızı hayal kırıklığına uğrattıkları için affetmiyorum! Affetmeyeceğim!

Beril EREM

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu