Genel

Kültür popüler olur mu? Ya da popüler olan kültür müdür?

Bu da popüler kültürün dilimize son günlerde pelesenk ettiği terimlerden biri. Eski günleri özlüyorum.

Bir düşüncenin, bir olgunun ya da herhangi bir ürünün hem popüler olup hem de kültür olarak adlandırılması mümkün müdür? Pek çoğunuzun bu soruya, popüler olan bir şey aynı zamanda yüksek bir kültürün parçası olamaz diye cevap verdiğini duyar gibiyim. Oysa bu cevabı verenlerin, 18. yüzyılın sonlarını düşündüklerinde; mesela Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” senfonisini dinlediklerinde; bu eserin o dönem için hem popüler hem de yüksek bir kültürün meyvesi olduğu gerçeğini kabul edeceklerine bahse girerim. Öyleyse; birbirine yakıştıramadığımız ya da kabullenmediğimiz şey popüler kelimesinin yanına kültür kelimesinin gelmesi midir? Yoksa zamanın değiştirdiklerini kabullenme zorluğu mu? Birçokları için popüler olan şey kitleye değil, kütleye hitap ediyor. Kimi de; bunu müziği gürültüye, edebiyatı tiraja, demokrasiyi demogojiye, sinemayı hasılata, ideolojiyi imaja indirgeyen ve tüm bunların antitezinde parayı da tanrıya yükseltgeyen çağın vebası olarak görüyor. Sığlığın hegemonyası yani… Saf halde ezicilik ve sürüden ayrılmama psikolojisi ile kabulleniş. Bu kabullenişin, özellikle genç yaşlarda içinde bulunduğunuz arkadaş ortamı ve çevre ile bağlantılı olarak daha acısız ve etkili olduğu bir gerçek. Çünkü o yaşlarda kendimize özgü düşüncelerimizi ve beğenilerimizi kabul ettirme telaşından öte; “Ben de sizin gibiyim” mesajını vererek kabul görmek istiyoruz. Şimdi bunları neden yazdığıma gelince…

Yaşlanıyorum ve “Ah o eski günler” demogojisi yapmak artık benim de hoşuma gidiyor. Yeni günlerim de güzel ama bir Alex değil! İşte gördünüz mü? Bu da popüler kültürün dilimize son günlerde pelesenk ettiği terimlerden biri. Eski günleri özlüyorum. Elbette günlerin eskiliği değil özlediğim, sadece daha genç ve daha az sorumluluğum olduğu günleri özlüyorum. Mesela hepimiz iletişim kurmayı ergenliğimizde öğreniyoruz. Sevdiğimiz bir arkadaşımızla telefonlaşmayı, mektuplaşmayı… Posta kutuları artık sadece faturalarımız için varlar. Oysa ne güzeldi; sevdiklerimizden gelecek mektupları her gün heyecanla posta kutusunu kontrol ederek beklemek. Postacı apartmana girdiği anda, koşarak aşağıya inmek, posta kutusunu açmak ve o heyecanımızın nedeni küçücük dikdörtgen zarfı avuçlarımızın içinde tutmak. Mektubu defalarca okumak… Okurken nasıl bir cevap yazacağımızı düşünmek. Aynı mektup heyecanını karşı tarafında hissedeceğini bilmek ve bunu düşündükçe daha da heyecanlanmak, mutlu olmak…

Şimdi her şey on parmağın altında. Güzel yazı yazmak önemli değil. Artık istediğimiz yazı tipinde, yazı büyüklüğünde elektronik postalar yazabiliyoruz. Hiç kimse, güzel yazının peşinde değil. Yazıdan karakter analizi yapmak da anlamsızlaştı artık. Yazı yazmadıkça karakter de yazılamıyor çünkü.

Bir de “Melon Şapka” vardı. Pazar geceleri, ders çalışırken dinlediğim o kadife sesiyle beni ayakta tutan Melon Şapka. Kaç şiir, kaç hikâye dinledim kim bilir? Müzik dinlemek bile heyecanlıydı. Özel radyoların yeni yeni yayına başladıkları dönemlerdi. Ne akıllı telefonlar, ne mp3 çalarlar vardı ne de internet. Boş kaset alır, sevdiğimiz şarkıları kaydetmek için saatlerce radyonun başında otururduk. Bazen de annemizin, babamızın sevdikleri kasetlerin üzerine çekerdik şarkılarımızı, gelebilecek her türlü azarı baştan kabullenerek. Hem radyo hem de kasetçalar özellikli müzik seti olanlar şanslıydı. Aksi takdirde etrafta herhangi bir ses olmaması için türlü türlü icatlar çıkarmak zorunda kalırdık. Kapının etrafını havlularla kapatma, gece kayıt yapma, gardırobun içini kayıt stüdyosuna dönüştürmek gibi… Pop starlarımız vardı bizim, gerçekten yıldızlar gibi ulaşılmaz olan. Magazin denen şey bu kadar ayyuka çıkmamıştı. TRT adabıyla zar zor haber alırdık onlardan. Poster yapıştırmak modaydı. Duvar kağıdı zedelenmiş, duvarın boyası kalkmış kimsenin umurunda olmazdı. Mecburen umursamak zorunda olanlar da dolap kapaklarını, balkon camlarını kullanırlardı bu iş için. Atlantik’in önünde buluşmak vardı İstanbullular için. Kadıköy vapur iskelesinde simit alarak beklemek. Ya da Haydarpaşa’dan bir yakını uğurlamak… Bayram sabahları, gazete kamyonlarından bayram gazeteleri almak vardı, kapı kapı dolaşıp harçlık toplamak sonrasında da. Akıllı telefonumuz, internetimiz, dizilerimiz, bu kadar çok pop starımız yoktu belki ama mutluyduk. Çünkü gençtik hepimiz. Şimdi popüler olanın genç olduğunu düşünüyorum. Ve kültür dediğimizin de aslında ebedi olmadığını…

Beril Erem
beril.erem@gmail.com

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu